SGK Emeklilik

Emekli aylığına banka haczi mümkün mü?

Emekli aylıklarına banka haczine ilişkin önemli güncel YARGITAY Hukuk Genel Kurulu  içtihadı: ……………Tıp Fakültesi Hastanesinin 22.11.2011, 22.8.2012 ve 12.3.2012 tarihli sağlık raporlarından anlaşılacağı üzere bipolar duygulanım bozukluğu, İnsomnia, Irritabilite, yineleyen depresif ve manik epizodlar isimli ruhsal hastalığa tutularak Ankara 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin 02.10.2013 tarihli ilamıyla sürekli olarak kısıtlanmasına ve kendisinin de oğluna vasi tayinine karar verildiğini, Bağkur emeklisi olan kısıtlının 2013 yılında kullandığı tüketici kredisinde temerrüde düşmesi üzerine davalı banka tarafından emekli maaşlarına bloke koyduğunu, icra takibi başlatılmadan ya da dava açılmadan, usulüne uygun muvafakat alınmadan emekli maaşının tamamına bloke konulmasının 5510 SY’nın 93. maddesine göre mümkün olmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kısıtlının emekli maaşından tahsil edilen 15.000,00 TL nın kesinti tarihlerinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, emekli maaşına konulan blokenin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacının oğlu ….. 01.02.2013 tarihinde kredi çekmesinden sonra hakkında kısıtlama kararı verilmiş olmasının davalı bankaya karşı ileri sürülemeyeceği, ancak 5510 SY’nın 93. md gereği sadece nafaka alacakları ve SGK alacakları hariç olmak üzere emekli aylığından kesinti yapmanın yasak olduğu, öte yandan emeklinin bankayla imzaladığı sözleşmede yer alan veya ayrı taahhütname imzalayarak İİK 83 gereği hacizden önceki bir dönemde haczi mümkün olmayan bir mal veya hakkın haczedilemeyeceğine dair bankayla yapmış olduğu anlaşmanın geçersiz olduğu, sözleşmenin 11. maddesine yer alan düzenlemenin haksız şart oluşturduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne, 12.912,92 TL nın dava tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, vasisi olduğu oğlunun SGK maaşına, davalı bankadan kullandığı kredi borcunun ödenmemesi nedeniyle, konulan blokenin kaldırılmasını ve maaşından kesilmek suretiyle ödenen bedellerin iadesini talep etmiştir. Davalı banka hesaptaki blokenin, kredi kullanan Hüseyin’in muvafakatine dayandığını savunmuştur. Mahkemece, kredi sözleşmesi ve kredi sözleşmesi tarihinden sonra kısıtlanan Hüseyin’in muvafakatini içeren taahhütnamede yer alan hükümlerin haksız şart oluşturduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Bilindiği üzere 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı yasanın 56.maddesi ile değişik 5510 sayılı yasanın 93.maddesinde Bu kanun gereğince sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri, sağlık hizmeti sunucularının Genel Sağlık Sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu kurum nezdinde doğan alacakları, devir ve temlik edilemez. Gelir, aylık ve ödenekler 88.maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez.” hükmü bulunmaktadır. İİK.nun 83/a maddesindeki ”İİK.nun 82 ve 83. maddelerinde yazılan mal ve hakların haczolunabileceğine dair önceden yapılan anlaşmalar muteber değildir” hükmüne karşın, 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 Sayılı Kanunun 32.maddesi ile değişik 5510 Sayılı SGK.nun 93/1 .maddesinde, “bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin taleplerin, borçlunun muvafakati yok ise, icra müdürü tarafından reddedileceği” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu hükmün İİK.nun 83/a maddesine göre daha Özel düzenleme içerdiği ve takip hukukuna göre icra takibinin kesinleşmiş olması şartıyla haciz sırasında veya hacizden sonra 5510 Sayılı Yasanın 93.maddesi kapsamındaki gelir, aylık ve ödeneklerin haczine ilişkin verilen muvafakatin geçerli olacağı, bu durumda borçlunun haciz sırasında veya haciz işleminin gerçekleşmesinden sonraki dönemde borçlu haczedilmesi mümkün olmayan mal ve haklarla ilgili olarak bu hakkından vazgeçebileceği, sözleşme hukukuna göre bu yasağın kesin olmadığı, yasanın tarafların iradesine ağırlık vererek muvafakat yoluyla emekli aylıklarına bloke konulmasına, borcun başka teminatlara başvurulmadan ödenmesine imkan sağladığı, böylece tarafların sözleşme ile belirledikleri hükmü ortadan kaldırmadığı anlaşılmaktadır.
Somut olayda davacının vasisi olduğu kısıtlı ………….l, az yukarıda zikredilen yasal düzenlemeler yürürlükte iken ve kısıtlanmadan önce kredi sözleşmesini imzalamıştır. Taraflarca imzalanan sözleşmenin 11. maddesi ve taahhütname (muvafakat) ile Hüseyin Uzel’in, borcun ödenmemesi halinde banka nezdinde bulunan tüm alacakları, mevduat ve hesapları üzerinde bloke, hapis, mahsup ve takas etme yetkisini davalı bankaya verdiği, kredi geri ödemelerinin maaş hesabından yapılmasına muvafakat ettiği açıktır. Hüseyin Uzel’in, bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödememesi halinde sözleşme gereğince kullandırılan kredinin teminatı olarak maaşından kesinti yapılmasını kabul etmesi ve diğer teminat öngören hükümlerinin sözleşmeye konulmasına rıza göstermesinin haksız şart olarak kabulü mümkün değildir. Zira Hüseyin Uzel sözleşmenin her sayfasını ayrı ayrı imzalamış olup, serbest iradesi ile sözleşme şartlarına uygun olarak kredi borcu taksitlerinin bankadan aldığı maaşından kesilmesi için talimat verdiğine göre artık sözleşmenin söz konusu hükmünün müzakere edilmediği söylenemez. Bankanın sözleşme hükümlerine göre yaptığı işlemin sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerin dürüstlük kuralına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu kabul edilemez. Davacının vasisi olduğu Hüseyin Uzel’in, bankadan aldığı kredi borcunu sözleşme şartlarına uygun olarak ödemesi gerekir. Kaldı ki, davacının, taksitlerin ödenmesine ihtirazı kayıt koymaksızın kesintiye muvafakat edip, onbeş ay boyunca borç ödendikten sonra ödenen kredi bedellerinin iadesini doğuracak şekilde bir hakkın kullanılması iyiniyet kurallarıyla bağdaşmaz. (TMK m.2) Tüketici haklı bir sebep olmadan sözleşmeyi tek taraflı feshedemez, ifası yapılmış bedellerin iadesini isteyemez, bu şekilde edimini tek taraflı geri istenmesi de hukuken himaye göremez. Aksi halde; kredi isteyen kişinin mali durumu ve maaş gelirine göre borcunun ödenebileceği güvencesiyle kredi veren bankanın alacağının imkansızlaşması, kötü niyetli bir kredi borçlusunun borcunu hiç ödememesi gibi bir sonuç doğacaktır. Hal böyle olunca mahkemece uyuşmazlığın 5510 sayılı kanunun diğer hükümleri, sözleşmede ahde vefa ilkesi ve tarafları bağlayan sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava muarazanın men’i ve istirdat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin 02.10.2013 tarihli mahkeme kararı ile ruhsal bozukluk nedeniyle kısıtlanan oğlu Hüseyin Uzel’in vasisi olduğunu, kısıtlı ……….’in SGK emeklisi olup 01.02.2013 tarihinde davalı bankadan tüketici kredisi kullandığını, kredi borcunun ödenmesinde temerrüde düşülmesi üzerine herhangi bir icra takibi yapmaksızın maaşının tamamı bloke edilerek emekli aylıklarına el konulduğunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 93’üncü maddesine göre ancak usulüne uygun şekilde başlatılan ve kesinleşen bir icra takibinde borçlu müvekkilinin muvafakati ile ve maaşın yalnızca dörtte biri üzerinden haciz işlemi yapılabileceğini, davalı bankanın uygulamasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek emekli maaşı üzerindeki blokenin kaldırılmasına ve kesilen tutardan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 15.000 TL’nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, Hüseyin Uzel’in müvekkili bankadan 01.02.2013 tarihinde 60 ay vadeli 35.000 TL limitli ihtiyaç kredisi kullandığını, sözleşme imzalandığında bu kişi hakkında kısıtlılık kararının mevcut olmadığını, kredinin teminatı olarak emekli maaşının gösterildiğini, ilk taksitte temerrüde düşüldüğünü, kredi taksitleri ödemelerinin aksaması üzerine virman talimatı gereği 2013 yılının 6. ayından itibaren taksitlerin maaş hesabından tahsil edilmeye başlandığını, aylarca bu şekilde kredi ödenmeye devam ettikten sonra açılan iş bu dava ile maaşından tahsil edilen kredi tutarının fazlasını da kapsar şekilde talepte bulunmasının iyi niyet kuralları ile bağdaşmayacağını, şahsın maaşından yapılan kesintinin hukuki dayanağı mevcut olduğu gibi, yapılan kesintinin kendisini geçim sıkıntısına düşürecek bir tutar da olmadığını, maaştan kesintinin dayanağının sözleşmenin 11’inci maddesi ile sözleşme eki olan rehin sözleşmesi, taahhütname ve virman-takas mahsup talimatı olup, hukuka ve hakkaniyete aykırı bir uygulamanın bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece davalı bankanın iyi niyetli olmadığı ispat edilemediğinden …………..’ in 01.02.2013 tarihinde kredi çekmesinden sonra hakkında kısıtlama kararı verilmiş olmasının kredi verene karşı ileri sürülemeyeceği, kısıtlının kullandığı kredilerin aylık taksit ödemelerinin aynı banka nezdindeki maaş hesabından 25.06.2013 tarihinden 25.08.2014 dava tarihine kadar toplam 12.912,92 TL tahsil edildiği, 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesi gereğince nafaka ve SGK alacakları hariç olmak üzere emekli aylığından kesinti yapmanın yasak olduğu, bu maddeye göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin taleplerin, borçlunun muvafakati bulunmaması hâlinde, icra müdürü tarafından reddedileceği, ayrıca 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 83’üncü maddesi gereğince hacizden önceki bir dönemde haczi mümkün olmayan bir mal veya hakkın haczedilebileceğine dair bankayla yapmış olduğu anlaşma veya temlik belgesinin maaşta tasarrufu engelleyici nitelikte bir sözleşme olarak kabul edilmesi gerektiği ve Borçlar Kanunu’nun 26 ve 27. maddeleri uyarınca geçersiz sayılacağı, davaya konu tüketici kredisi sözleşmesinin müşterinin banka nezdinde bulunan ve ileride vadeleri dolmuş ya da dolmamış tüm alacakları, mevduat ve bloke hesapları, nakdi bankaya rehnedilerek bankanın bunlara ilişkin hapis, mahsup ve takas etme yetkisi veren 11’inci maddesinde yer alan düzenlemenin 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 sayılı Kanun ile değişik 6’ncı maddesi, Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliği’nin 7’inci maddesi hükümleri ve 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 5’inci maddesi çerçevesinde haksız sözleşme koşulu olarak kabul edilmesi gerektiği, açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre kredi taksit ödemelerinin davacı emekli maaşına bloke koymak suretiyle toplam 12.912,92 TL tahsil edilmesinin hukuka aykırı olduğunu mütalaa eden bilirkişi raporunun benimsendiği gerekçesi ile davanın bu tutar üzerinden kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçeler ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece ilk karardaki gerekçelerin yanında ilgili yasal düzenlemelere yer verilmek ve konu hakkında Yargıtay daireleri arasında farklı görüşler bulunduğundan bahisle konunun Hukuk Genel Kurulunda tartışılması gereğine değinilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüketici kredisinin imzalanması sırasında, kredi borcunun teminatı olarak banka nezdindeki emekli maaşı hesabından virman/takas/mahsup suretiyle ödeme yapılmasının borçlu tüketici tarafından kabul edildiği düzenlemesini içeren sözleşme hükümlerinin geçerli ve bağlayıcı sayılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü yolunda öncelikle sözleşme hukukunun temel prensiplerinden olan sözleşme serbestisi ilkesine değinilmesi fayda bulunmaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26’ncı maddesinde “Sözleşme özgürlüğü” başlığı altında bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 27’nci maddenin birinci fıkrasında ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (m.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.
Felsefi bir görüş olan irade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, örgütlülüğü ve ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (Şenol, K. E.; Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27, İÜHFM, C.LXXIV, 2016, s.2).
Bu sınırlamalardan biri de, sözleşme özgürlüğünün görünüm şekillerinden olan içeriği belirleme özgürlüğünde ortaya çıkmaktadır. Kanuni bir yetki söz konusu olmaksızın sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün tek taraflı olarak kullanıldığı, bu doğrultuda taraflardan birinin sözleşme hükümlerini önceden kısmen veya tamamen belirlediği ve diğer tarafın da yalnızca bu sözleşmeyi yapıp yapmama yönünde karar verdiği, öğretide iltihakî veya katılma sözleşmesi olarak adlandırılan (Oğuzman, M.K/Öz, M.T.; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, c.1, 13. bası, İstanbul 2015, s.26; Reisoğlu, S.; Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. bası, İstanbul 2012, s.70) bu tip sözleşmelerde sözleşmeyi düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmelerde kullanmak amacıyla önceden tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri genel işlem koşulu olarak adlandırılmaktadır. TBK’nın 20’nci maddesinin birinci bendinde düzenlenen, sözleşme eşitliğinin genel işlem şartlarını kullanan lehine bozulduğu ve bozulan dengenin karşı taraf lehine yeniden kurulma olanağının bulunmadığı (Atamer, Y.M.; Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Değerlendirilmesi, İstanbul 1999, s. 30 vd.), bir tarafın hakim durumunu kullanarak adil olmayan bir hükmü ihtiyacı nedeniyle sözleşme yapmak zorunda kalan diğer tarafa kabul ettirmesi sonucunu doğurabilecek mahiyetteki genel işlem koşullarına kanun koyucu ihtiyatlı yaklaşmış ve bunların geçerliliğini sıkı koşullara bağlamıştır.
Her türlü sözleşme bakımından genel işlem koşullarının tabi olduğu hükümler TBK’nın 20-25’inci maddelerinde düzenlenmiş iken, tüketici sözleşmelerindeki uygunsuz genel işlem koşulları 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6’ncı maddesinde (6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m.5) düzenlenmiştir.
Bu madde içeriğine göre “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.”
Anılan maddenin üçüncü fıkrasında tüketici ile müzakere edilmeme kavramı “Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.” şeklindeki anlatımla açıklanmıştır.
Tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan bu tip düzenlemelerin yaptırımı maddenin ikinci fıkrasında “tüketici için bağlayıcı değildir” denilmek suretiyle kanun koyucu tarafından ortaya konulmuştur.
Nitekim bu durum, paralel düzenleme içeren 6502 sayılı TKHK’nın 5’inci maddesinin ikinci fıkrasında da “Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur.” hükmü ile düzenlenmiştir.
Tüketici sözleşmelerinde genel işlem koşullarının kanun koyucunun müdahalesini gerektirir uygunsuzlukta olduğunun, başka bir anlatımla haksız şart teşkil ettiğinin kabul edilebilmesi için de birtakım şartlar gereklidir.
17.06.2014 tarihli ve 29033 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik’in 5’inci maddesinin birinci fıkrasına göre; “Tüketici ile kurulan sözleşmelerde yer alan bir şartın haksız şart olarak kabul edilebilmesi için;
a) Tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilmesi,
b) Tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olması,
unsurlarının bir arada bulunması gerekir.”
Sözleşmeye müzakere edilmeden konulan bir hükmün haksızlığını denetleyen hâkimin ana ölçütü dürüstlük kuralıdır. Tüketici ile müzakere edildiği ispatlanan bir hükmün, tüketici aleyhine dengesizliğe neden olduğu anlaşılsa dahi, haksız şart olarak nitelendirilmesi mümkün değildir (Karadağ, Ö.: Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Şartlar, Ankara 2014, s.141).
Somut uyuşmazlıkta 4077 sayılı TKHK’nın 10/B maddesinin;
“Konut finansmanı kuruluşları tüketicilere sözleşme öncesinde kredi veya finansal kiralama işlemleri ile ilgili genel bilgiler vermek ve tüketiciye teklif ettikleri kredi veya finansal kiralama sözleşmesinin koşullarını içeren Sözleşme Öncesi Bilgi Formu vermek zorundadır. Tüketici teklifi kabul edip etmemekte serbesttir.
Konut finansmanı kuruluşları tarafından verilecek genel bilgilerin kapsamı ve Sözleşme Öncesi Bilgi Formunun standartları ilgili birliklerin görüşü alınmak suretiyle Bakanlık tarafından belirlenir. Sözleşme Öncesi Bilgi Formunun tüketiciye verilmesini takip eden bir iş günü geçmeden imzalanan sözleşme geçersizdir.
Konut finansmanı sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması ve bu sözleşmenin bir nüshasının tüketiciye verilmesi zorunludur. Taraflar arasında akdedilen sözleşmede öngörülen şartlar, sözleşme süresi içerisinde tüketici aleyhine değiştirilemez.”
şeklindeki düzenlemesine uygun olarak hazırlanan sözleşme öncesi bilgilendirme formu ile davacı tüketici sözleşme hükümleri, doğacak hak ve borçlar konusunda aydınlatılmış, bu bilgilendirmeye paralel hazırlanan konut finansman sözleşmesi de tüketici tarafından kendi el yazısı ile her sayfayı okuduğu ve anladığı belirtilerek imzalanmış, ayrıca sözleşmenin on birinci sayfasının sonunda açıkça “…Tüketici kredisi taksitlerimin tahsilâtı amacıyla düzenli ödeme tanımlanan bankomat 7/24 hesabıma kredi limiti tanımlanmasını talep ediyorum.” şeklindeki açıklama ile sözleşmenin sekizinci maddesinde düzenlenen hesaptan tahsilât yetkisi ve on birinci maddesinde düzenlenen bankanın takas, mahsup ve hapis hakkı yanında kredi borcu geri ödemelerinin banka nezdinde bulunan emekli maaşı hesabından otomatik ödeme ile tahsil edilmesi yolunda açık talimat vermiştir. Kredi bedelinin davacı Hüseyin Uzel hesabına aktarıldığına ilişkin 01.02.2013 tarihli dekontta da kredinin “kamu personeline özel TIK kredi” olarak isimlendirildiği, yine ödeme plânında 13.03.2013 tarihinden itibaren her ayın on üçüncü gününün düzenli ödeme günü olarak belirlendiği, kredi taksitlerinin ilk aydan itibaren hiç ödenmemesi üzerine davalı bankanın bu talimata istinaden 25.06.2013 tarihinden itibaren ödeme plânına uygun şekilde aylık taksit tutarınca kesinti yaptığı ve hesap üzerinde para çekme, yatırma gibi işlemlerin de tüketici tarafından yapılmaya devam edildiği anlaşılmakla davacının iddiasının aksine hesabın bloke edilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığı açıktır.
Hâl böyle olunca yukarıda yapılan açıklamalar da gözetildiğinde taraflar arasındaki bahsi geçen sözleşme düzenlemelerinin haksız şart teşkil ettiği kabul edilemez.
Bu açıklamalardan sonra, yerel mahkemece 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu çerçevesinde emekli maaşlarının haczedilmesinin mümkün olmaması nedeniyle banka işleminin hukuka aykırı olduğu belirtilmiş olmasına göre söz konusu mevzuat hükümlerinin ve cebri icra kavramının kısaca irdelenmesi gerekir.
Özel hukuktan kaynaklanan borçların, borçlu tarafından rızayla ifa edilmemesi hâlinde alacaklının alacağının tahsil edilmesi için devletin cebri icra organlarına başvurması modern hukuk sistemlerinde kural olup, kendiliğinden hak almak (ihkak-ı hak) yasaklanmıştır. Ancak devletin cebri icra organları vasıtasıyla alacaklının alacağı tahsil edilirken, alacaklı, borçlu ve takiple ilgili üçüncü kişiler de etkilenebilmektedir. Bu nedenle cebri icra faaliyeti yerine getirilirken, menfaatleri çatışan alacaklı ve borçlu arasında bir denge kurulması, aynı zamanda takiple ilgili üçüncü kişilerin ve kamunun da menfaatlerinin korunması gerekir. Söz konusu dengenin ve menfaatin korunması ise ülkede hukuki barışın ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacaktır (Topuz, G.: 5510 sayılı Kanunda Öngörülen Emekli Aylığının Haczedilmezliği Kuralı ve Bu Kuralın Anayasaya Uygunluğu Üzerine Düşünceler, AÜHFD., 65. cilt, 4. sayı, 2016, s. 3018).
Cebri icrada kural; alacaklının, borçlunun mal varlığından tatmin edilmesi ilkesidir ve bu ilkenin sınırları da kanunla çizilmiştir. Bu bağlamda kanun koyucu gerek 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda gerekse bazı özel kanunlarda haczedilemeyecek veya yalnızca bir bölümünün haczi mümkün birtakım mal ve haklar öngörmüştür. Amaç, borçlu ve ailesinin mutlak yoksulluğa düşürülerek ekonomik varlığını kaybedip, Devlet yardımına muhtaç hâle getirilmesine engel olmaktır (Kuru, B.: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, 2.b., İstanbul 2016, s. 186).
Eldeki uyuşmazlıkla sınırlı olarak konuya bakıldığında; İİK’nın 83’üncü maddesinin birinci bendinde “Maaşlar, tahsisat ve her nevi ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilama müstenit olmayan nafakalar, tekaüt maaşları, sigortalar veya tekaüt sandıkları tarafından tahsis edilen iratlar, borçlu ve ailesinin geçinmeleri için icra memurunca lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra haczolunabilir.”; ikinci bendinde ise “Ancak haczolunacak miktar bunların dörtte birinden az olamaz. Birden fazla haciz var ise sıraya konur. Sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez” denilmek suretiyle düzenlenen kısmen haczedilemeyen mal ve haklar arasında sayılan maaş kavramının içine emekli aylıkları da girmektedir.
Bütün sosyal güvenlik kurumlarını tek çatı altında toplayan 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinde sigortalılar ve hak sahiplerinin gelir, aylık ve ödenekleri ile sağlık hizmeti sunucularının genel sağlık sigortası hükümlerinin uygulanması sonucu Sosyal Güvenlik Kurumu nezdinde doğan alacaklarının devir ve temlik edilemeyeceği düzenlenmiştir. Ne var ki bu düzenleme, sigortalının uhdesine geçen gelirin sigortalı tarafından tasarrufunu kısıtlayıcı mahiyette olmayıp Kurumun yalnızca bu Kanun çerçevesinde borçlu olduğu kişiyle muhatap olması, Kuruma karşı alacaklı sıfatının değiştirilmemesi amacına yöneliktir.
Yine aynı maddenin devamında “Gelir, aylık ve ödenekler 88. maddeye göre takip ve tahsili gereken alacaklar ile nafaka borçları dışında haczedilemez” hükmü ile İİK’nın 83’üncü maddesinin a bendi ile de haczi caiz olmayan veya kısmen haczedilebilen mal ve hakların (m.82, 83) haczolunabileceğine ilişkin önceden yapılan anlaşmaların muteber olmayacağı düzenlemesi mevcut ise de, somut olayda herhangi bir haciz işlemi değil, sözleşmenin âkidi tarafından borcun ifa biçimine ilişkin karşı âkide verilmiş bir yetki söz konusudur. Kaldı ki, Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği üzere 28.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5838 sayılı Kanun’un 32’nci maddesi ile değişik 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinin birinci fıkrası ile borcun icra takibi ile tahsili yoluna başvurulmuş olması hâlinde dahi borçlunun muvafakati ile hacze devam edilmesine imkân tanınmıştır.
Aksi yönde bir değerlendirme, emekli maaşı dışında geliri ve bu surette teminat gösterebileceği herhangi bir mal varlığı bulunmayan tüketiciyi, tacir olmakla alacağının tahsili imkânını kuvvetlendirmek istemesi makul olan banka karşısında güç duruma düşürecek, günümüz sosyo-ekonomik koşullarında emeklinin sahip olduğu nakdi varlıklar dışında hareket etmesine imkân bırakmayacaktır.
Yerel mahkemece söz konusu yasal düzenlemelerin kamu düzeni ile ilgili olmakla emredici niteliği haiz olduğu yönündeki kabul de hükmün dayanakları arasındadır.
O hâlde kamu düzeni kavramının da açıklanması ve somut uyuşmazlık yönünden sorgulanması yerinde olacaktır.
Türk Hukuk Lûgatı’nda “amme nizamı” başlığı altında kamu düzeni “Bir memlekette amme hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin emniyet ve asayişini ve fertler arasındaki münasebetlerde huzuru ve ahlâk kaidelerine uygunluğu temine yarayan müessese ve kaidelerin hepsi” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 1991, s.16).
Aynı kavram Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 10.02.2012 gün, 2010/1 Esas, 2012/1 Karar sayılı kararında da şu şekilde nitelendirilmiştir:
“Kamu düzeni, niteliği gereği zamana, yere göre değişen, içeriğinin tespiti zor, her somut olaya göre değişiklik gösteren bir kavramdır. İlmi açıklamalara ve yargısal kararlara, gelişen hukuk sistemlerinde bile tanımı olmamasına rağmen “toplumun temel yapısını ve çıkarlarını koruyan kuralların bütünü” olarak tanım yapılabilir. Kamu düzeni kavramının müdahale alanı son derece geniş ve yoruma müsaittir.”
Tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği mahiyetteki kurallar ise kamu düzeni esasına dayalıdır.
Oysa 5510 sayılı Kanun’un 93’üncü maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile getirilen “Bu fıkraya göre haczi yasaklanan gelir, aylık ve ödeneklerin haczedilmesine ilişkin talepler, borçlunun muvafakati bulunmaması hâlinde, icra müdürü tarafından reddedilir” şeklindeki düzenleme ile ahde vefa göstermesi umulan borçlunun haczedilmezlikten feragat etmesine izin verilmek suretiyle kuralın aksi yönde serbestçe tasarruf imkânı yaratılmış olup, bu durum “kamu düzeni” hâlinde aranan üzerinde tasarruf edememe anlamında mutlak emredici olma ölçüsünün söz konusu normda mevcut olmadığı sonucuna götürür.
Kanun koyucu ekonomik yönden eşit olmayan taraflar arasında zayıf olanı korumaya yönelik düzenlemelerle, ki bu tip yasal düzenlemeler doktrinde nispi emredici norm olarak tanımlanır (Öztan, B.: Medeni Hukukun Temel Kavramları, Ankara 2009, s. 21), sosyal adaleti sağlama ve koruma görevini yerine getirir.
Ne var ki bu bağlamda sağlanması amaçlanan adalet her uyuşmazlıkta hâkim tarafından titizlikle değerlendirilmelidir.
Somut uyuşmazlıkta tüketici, çekeceği kredinin ödeneceği ihtimalini banka gözünde kuvvetlendirir şekilde emekli maaşını mal varlığının bir parçası olarak göstermiş, bu inançla hareket eden banka, kredi tutarını nakden ve peşinen davacı hesabına yatırmış ve 35.000 TL tutarındaki kredi davacı tüketicinin tasarrufuna bırakılmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında; tüketici hukuku anlamında dava tarihinden sonra maaş hesabından aylık taksit bedellerinin tahsilini de durdurduğu anlaşılan bankanın somut olayda haksız şart teşkil eden herhangi bir uygulaması söz konusu değildir. Öte yandan emekli maaşından başka bir gelirinin olmadığı yönündeki genel kabulden dolayı zayıf tarafı daha da zayıf hâle getirmeme saiki ile korunan emekli, kendi iradesi ile imzaladığı kredi sözleşmesi çerçevesinde kavuştuğu ve sosyo-ekonomik ihtiyaçları doğrultusunda harcadığı meblağı yine emekli maaşı ile ödemek zorunda olduğunu bilebilecek durumdadır. Bu noktada yerel mahkemenin emekli maaşının haczine ilişkin düzenlemelere dayandığı gerekçesi yerinde değildir.
Bunun yanı sıra tüketici, tahsis edilen kredi tutarını almasına rağmen hiçbir taksidi ödememiş ve bu sebeple bankanın davanın açıldığı tarihe kadar yirmi aylık ödemeyi tahsil etmesine herhangi bir itirazda bulunmamışken eldeki dava ile vadesi gelmiş borçlarının faizi ile kendisine iadesine ilişkin istemi iyi niyetle bağdaşmamakta ve bu talebi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesi gereğince hukuken korunamayacaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında mahkemenin emekli maaşının haczedilemeyeceğine ilişkin kabulünde hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte hükmün davacı tüketicinin talebinin iyi niyetli olmaması karşısında sonuç itibariyle isabetsiz olduğu, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği yönünde dile getirilen görüş, açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Sonuç olarak, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.03.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, tüketici kredisinin imzalanması sırasında, kredi borcunun ödenmesi için banka nezdindeki emekli maaşı hesabından takas-mahsup suretiyle ödeme yapılması nedeniyle davalı bankaca yapılan kesintilerin iadesi ve hesaba konulan blokenin kaldırılması suretiyle muarazanın giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece dava kabul edilmiş, Yargıtay 13. HD’nce yukarıda özetlenen gerekçeyle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece verilen karar, 5510 sayılı Kanun’un 93. maddesi hükmü gözetildiğinde kısmen dahi olsa yerindedir. Anılan kanun maddesi uyarınca emekli maaşlarının devir ve temliki yahut bu sonucu doğuracak nitelikteki hukuki işlemler geçersizdir. Davalı bankaca yapılan bloke ve takas suretiyle kredi borcunun tahsili bu nitelikte bir işlem olup yasa hükmü karşısında geçerliliği yoktur. Bu hususa davacının önceden muvafakatının sağlanmış olması geçersiz işlemi geçerli hale getirmeyeceği gibi ortada bir haciz işlemi söz konusu olmadığından, anılan yasa maddesinin son fıkrasının ve sonuçta İİK hükümlerinin somut olaya uygulanabilirliği mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi’ne mezkur maddenin iptali yolunda yapılan talebin reddine ilişkin kararda da açıkça vurgulandığı üzere hüsnüniyet kavramının yaşlılık (emeklilik) aylığı alan kişilerin genel çerçevedeki sosyo-ekonomik durumları muvacehesinde ele alınması ve bu olgu çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu hususlar çerçevesinde somut olaya yaklaşıldığında, davacının vaki muvafakatı çerçevesinde emekli maaşından yapılan kesintiler geçersiz hukuki işleme dayalı olmakla birlikte geçersiz de olsa bu yoldaki sözleşmeye tarafların riayet etmiş olması nedeniyle, yapılmış kesintilerin iadesi talebi hüsnüniyetli görülemez ise de, dava tarihinden itibaren yapılan blokaj işlemi bakımından davacının kötüniyetli olarak kabulü mümkün değildir. Yerel mahkeme direnme kararının yapılan kesintilerin iadesi yolundaki kesimi bakımından bozulması, blokenin kaldırılması ve muarazanın giderilmesi kesimi bakımından ise onanması düşüncesindeyim. Bu nedenle çoğunluğun kararın tümüyle bozulması yolundaki görüşüne katılamıyorum.

Paylaşabilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir